Kabul
Kabul
Arabanın camına vuran yağmur
damlalarını izliyordu. Öyle hızlı yağıyordu ki; silecekler de fayda etmiyordu. Uzun
zamandır mezarlığa gelmemişti. Nereden bilebilirdi ki bu sabah babasını
defnetmek için buraya geleceğini? Yağışın artmasıyla herkes apar topar araçlara
koşmuştu. Annesine baktı, göz yaşları yağmurla karışmış ama yüzündeki hüzün çok
netti. Diğer tarafta ağladığı belli olmasın diye dik durmaya çalışan amcası… Yanında
ise, acısını diğerleri gibi yaşamasa da başını öne eğmiş eşi vardı. Zor bir andı
Jale için. Canından çok sevdiği biricik babasını kaybetmiş olmanın üzüntüsüyle
hayatı durmuş gibiydi. Jale’nin içi yanıyor, kalbi sıkışıyor ve gözyaşları
durmadan akıyordu.
Yanına gelip onu teselli etmek
isteyen insanlar hep aynı kelimeleri söylüyorlardı...
“Üzülme...”
“Güçlü olmalısın...”
“Baban seni üzgün görmek
istemezdi...”
Aradan aylar geçmişti ve
etrafındaki insanlar yine aynı şeyleri söylüyorlardı.
“Lütfen artık üzülme...”
Eşi çocukları sürekli onu
güldürmeye çalışıyorlardı ama Jale için birçoğu anlamsızdı. Bu hayatta onu en
çok seven babası yoktu artık. Nasıl hayat eskisi gibi olabilirdi ki...
Aslında babasının ölümünü kabul
edemiyordu... Sanki birazdan babası çıkıp gelecek, az sonra telefonla onu
arayacak gibiydi. Jale sık sık annesinin yanına gidiyor, babasının çalışma
odasına giriyor ve orada saatler geçiriyordu. Orada çalışıyor hatta zaman zaman
orada öğle uykusu uyuyordu. Aradan aylar geçse de babasının bütün eşyaları yerli
yerindeydi. Hiçbir şeyin yerinin değişmesine izin vermemişti o günden sonra. Babasının
içtiği son kahvenin fincanı, okumakta olduğu kitap, hatta yakın gözlüğü bile
aynı yerde duruyordu. Temizliğe gelenlere sıkı sıkı tembih etmişti hiçbir şeyin
yerini değiştirmemelerini... Sanki babası hiç gitmemiş gibi olsun istiyordu. Kıyafetleri
dolabının aynı yerindeydi. Annesi, “Kızım bir ihtiyaç sahibine versek en azından
başkasına faydası dokunur babacığının.” dese de Jale müsaade etmiyordu. Böylece
onu ve anılarını yaşatacaktı. Babasının eşyaları giderse babasının kokusu da
giderdi bu evden...
Eşi de, annesi de, çocuklar da
Jale’nin bu durumuna çok üzülüyorlardı... Jale’nin babası ölmüştü, ama bu ölüm
çocukları annesiz, eşini yalnız bırakmıştı. O kadar da olmamalıydı... Artık işe
de pek gitmiyor, eve gelmek isteyen misafirleri kabul etmiyor, kendisiyle de
pek ilgilenmiyordu. Simsiyah ve kıvırcık saçları vardı, her gün onları yıkar
şekil verir ve bundan keyif alırdı. Ama artık duştan çıkınca eline geçen ilk lastik
toka ile topluyordu onları da. Umurunda bile değildi nasıl göründüğünü... Kendisiyle
ilgisi azaldığı gibi çevresiyle de ilgisi azalmıştı adeta. Fatih, eşinin bu
durumuna ne yapabileceğini düşünürken aklına; Jale’nin de kendisinin de
üniversiteden arkadaşı olan Pınar’ı arayıp durumu anlatmak geldi.
Pınar yaşam enerjisi yüksek,
kendini geliştirmeyi seven bir kızdı. Uzun süredir insan ilişkileriyle ilgili
eğitimler alıyor, kitaplar okuyordu. Son görüşmelerinde anlattıkları çocuklarla
ilgili tavsiyeleri, sohbeti her ikisine de iyi gelmiş, hatta o eğitimleri Jale
ve Fatih de almak istemişti. Pınar evliydi, hiç çocuğu olmamıştı ama içinde
öğrenmeye meraklı, komik, hareketli bir çocuk vardı. Ve Pınar bir akşam Jale’yi
ziyaret etmek istediğini söylemek için Jaleyi aradı...
Jale pek kimseyi görmek istemese
de Pınar’ı severdi. Ve son görüşmeleri Jale’ye çok iyi gelmişti. İstemeye
istemeye de olsa atıştırmalık bir şeyler hazırladı Jale. Uzun zamandır kimseyi
eve kabul etmemişti. Gelenlere uzun uzun babasını anlatabilmek ve ona ait
şeyleri gösterebilmek için; taziyeleri hep annesinin evinde alıyordu.
O gün mutfakta bir şeylerle
uğraşırken aslında, o uğraşın kendisine
iyi geldiğini fark etti. Pınar gelmeden duşa girdi, modu sanki biraz
değişmişti. Oturup biraz sohbet ettikten
sonra Jale yine babasını anlatmaya ve ağlamaya başladı...
“Pınar, kabul edemiyorum... Benim
babamın öldüğünü kabul edemiyorum. Onu çok özlüyorum ve içimin acısı geçmiyor.
Farkındayım etrafımdakilere de eziyet ediyorum, ama atlatamıyorum.”
Pınar önce Jale'yi uzun uzun
dinledi. Sonra “Bak Jale’ciğim babanı özlemen, buna üzülmen çok normal ve çok
doğal. Bizler anne babalarımızın ölümlerine de üzülmeyeceksek neye üzüleceğiz.
Ama üzülmek başka bir şey, takılıp kalmak başka bir şey. Bu durumu atlatabilmen
için, önce babanın ölümünü kabul etmelisin. Çünkü her problemin çözümü kabulle
başlar.”
O son cümleyle sarsılmıştı Jale.
Gözleri yeniden dolu dolu oldu. Pınar doğru söylüyordu. Babasını kaybetmiş ama
hala yokluğunu kabul edememişti. Ölümle babasını aynı cümlede bile kullanmak
istemiyordu. Mesela bunca aydır hiç mezar ziyaretine gitmemişti. Zaten cenazesinin
defnedilişini de görmek istememişti. Toprağa verilirken uzakça bir yerde
beklemişti.
Pınar bunun nelere sebep
olabileceğini, aslında neler yapması gerektiğini anlatıyordu ve o anlattıkça Jale'nin
gözleri uzaklara dalıyordu. Pınar’ın son cümlesi şu olmuştu. “Yasa giremezsen,
çıkamazsın... Önce babanın ölümünü kabul et.”
Günün sonunda Jale, Pınar’ı
uğurlarken bile başka bir Jale olmuştu. Belki yine çok enerjik değildi ama
sanki zihnindeki bir kördüğüm çözülmüştü. Biraz yorgun ama bir o kadar da
hafiflemiş hissediyordu.
Pınar gittikten sonra o da
kendisini dışarı atmıştı. Bir yandan ağır ağır yürüyor, bir yandan da kabulü
düşünüyordu...
Aklına;
- Babasının mezarını görmek istemeyişi...
- Defin sırasında uzaklaşmak isteyişi...
- Babası hala o evdeymiş gibi davranmaya çalışması...
- Israrla babasına öldü demeyişi ve dedirtmeyişi geldi...
- Onun eşyalarından kopamayışı geldi.
Oysa bunları yapabilmiş olsa zihni
kabul etmesi ile ilgili deliller toplayacaktı. Tüm olanlar olmamış gibi yaşamaya
çalışmak daha mı kolaydı? Bu insanın kendine yaptığı bir zulümdü aslında. Kabul
etmediği için acısıyla da tam olarak yüzleşemiyordu ve giderek erteliyordu. İyileşme
adına bir şey yapmadığı için de aslında günden güne kötüye gidiyordu.
Jale’nin zihni tek bir cümle ile
nerelere gitmişti..?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki;
Her problemin çözümü kabulle
başlar.
İnsan yok saydığı, reddettiği bir
problemi çözemez.
- Çocuğunun şımarıklığını kabul etmeyen bir anne...
- Eşinin onu aldattığını yok sayan bir kadın...
- Elemanının izinsiz kasadan para almasından göz çeken bir yönetici...
- Ölen yakını ölmemiş gibi davranan bir kişi...
Tüm bunlar aslında insanların
yüzleşmekten çekindikleri şeylerdir. Oysa insanların hayatında kayıpları da
kazançları olur ve olmaya da devam
edecek. Kaybını kabul etmemek, acıyla yüzleşmemek sadece iyileşme sürecini
zorlaştırır. O olayın olmamasını istemek başka bir şey, olan olayı görmezden
gelmek başka bir şeydir. Kabulle birlikte zihin sürece uyumlanır ve çözüm
üretmeye başlar. Tıpkı savaş başlamış bir ülkenin ilk günüyle 165. gününün
farklı olması gibi. İnsanlar bir savaşta bile sürece uyumlandıkça hayatın
akışında kendilerini buluyorlar.
- Yıkık binalar arasında ders veren öğretmenler...
- Kuruyemiş satan çocuklar...
- Ramazanın gelişiyle çadırlarını süsleyen anneler...
- Çadırların arasında yapılan düğünler oluşmaya başlar .
Aslında her insan her şarta
uyumlanabilir. Yeter ki kabul etsin...
“Canım babam...” dedi Jale. “Ölmüş
olsa bile bana bir şeyler öğretmeye devam ediyor...” dedi. Şimdi yapması
gerekene odaklanmıştı işte. Hemen birkaç tane koli bulup annesine gitti.
Babasının eşyalarını ihtiyacı olanlara vermek için kendi elleriyle hazırladı.
Bantladığı kolileri arabasına yerleştirirken ağlıyordu ama o ağlamak ona öyle
iyi gelmişti ki. Hıçkırarak değil, dövünerek değil… Tıpkı o gün mezarlıkta cama
vuran yağmur damlalarının aşağı doğru süzülmesi gibi ard arda süzülen göz
yaşlarını sildi. İşte şimdi gerçek acısını hissetmeye başlamıştı ve bu acı onu
iyileştirecekti...
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
***
"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri,
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi.
Aynadaki kişi!
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!"
Yahya Hamurcu
***
Verilen sonucu kabul etmek ve sonuçla kavga etmemek bir sonraki sürecin kalitesini nasıl da artırıyor aslında...
YanıtlaSilVe ne kadar rahatlıyor insanoğlu...
Problem bir insanın asıl ihtiyacı olan şeydi. Çünkü çözersem katı değiştirebiliyorum. Problem asansör gibi, çözüm ise doğru tuşlara basmaktır.
YanıtlaSilAynı Jalenin problemini kabul edip, uyumlanmasıyla çözümünü görmesi gibi.. Kaleminize, yüreğinize, emeğinize sağlık..
İnsanın hareketini durduran, geriye götüren problemlerin çözümünün olduğunu bilmek büyük bir konfor. Emeğinize sağlık. 🍁
YanıtlaSilYine kendimi buldum diyebildiğim, akışında kaybolduğum ve sürükleyen bir anlatımdı. Emeğinize yüreğinize ve kaleminize sağlık. Siz yazmaya devam edin, teşekkürler.
YanıtlaSilAğzınıza sağlık ne güzel ders niteliğinde bi anlatım. kabul etmek lazım demek
YanıtlaSilKabul etmek söylenmesi kolay... Yaşaması Jale'nin hayatındaki gibi bazen çok zor...
YanıtlaSilKabul etmek... çok kilidi açan, çok anlamlı bir kavram...
"Kabul ettik" diyebilenlerden olmak duasıyla... ALLAH bedellerinizi Kabul etsin... Çok anlamlı bir yazıydı... 🪻
Hem hüzünlendiren hem de ümit veren bir yazı olmuş 🥲🤍
YanıtlaSilKabul etmek en zor kısmı… Kabulle sorunu yarı yarıya çözmüş oluyoruz diyebilir miyiz?
YanıtlaSilYakın zamanda komşumla bir sohbetim olmuştu.. Jale gibi.. herkesin yaşadığını çok güzel anlatmışsınız.. ellerinize sağlık
YanıtlaSilEmeğinize sağlık, gerçekten insanın yüreğine dokunan bir yazı olmuş...
YanıtlaSilHerkesin aslında yas tuttğu hayatına devam edemediği bir anısı oluyor.
YanıtlaSilBu bir kayıp bir ayrılıkta olabiliyor
Ama hızlı kabul hızlı idrağı getiriyor
Her vazgeçişin bir başlangıç olduğunu bilsek…
Bir bilsek her vazgeçişin bir başlangıç olduğunu…
YanıtlaSilKabul varsa çözüm de var 👍👍👍
YanıtlaSilFilistinlilerin kabul süreci🥲
YanıtlaSilÇok ihtiyaç gören bir yazı olmuş, insanlar en çok sevdiklerinin kaybını kabul edemiyor
YanıtlaSil“Kabulle birlikte zihin sürece uyumlanır ve çözüm üretmeye başlar.“ ilaç gibi geldi…
YanıtlaSil