Yeni Hayata Merhaba
Yeni Hayata Merhaba
İlker, dört çocuklu bir ailenin, en küçük ve en afacan üyesiydi. Yaptığı sevimli hareketlerle, kendisini sevdirmeyi başarıyordu, bu nedenle ailesinin ona, ayrı bir düşkünlüğü vardı. Ailesinin maddi durumu belliydi, dört çocuk yetiştirmek de o dönemde kolay değildi. İlker haricindeki kardeşler, bu kısıtlı imkanlar içinde okumaya çalışmışlardı. Birbirlerinin küçülen kıyafetlerini giymişler, eski kitaplarını kullanmışlardı. Ama bu durum, evin en küçüğü İlker zamanında değişmişti. Ailenin imkanları artmış, diğer çocuklarına yapamadıklarını, İlker için yapabilme imkanı bulmuşlardı.
İlker,
sadece evde değil, okulda da öğretmenlerinin gözdesiydi. Öğretmenleri onu, geleceği
parlak bir öğrenci olarak görüyordu. Ailesi
de bu durumun farkındaydı bu nedenle her imkanı önüne seriyorlardı. Öyle ki,
gitmek istediği okul biraz uzakta olmasına rağmen ailesi, onu kıramamıştı. Gidiş
gelişler zor olacağı için bir de servis tutmak zorunda kalmışlardı. Maddi
olarak aileyi biraz zorlasa da ona kıyamıyorlardı. Harçlığını da eksik etmiyorlardı.
İlker’e her anlamda destek tamdı. Ailesi, “Sen yeter ki derslerine çalış,
gerisini düşünme, biz hallederiz.” diyorlardı. Kendisinin ders çalışmak dışında
hiçbir sorumluluğu yoktu. Yatağını,
odasını annesi topluyordu. Eve ekmek alınacaksa diğer kardeşler devreye
giriyordu. Evle ilgili bütün süreçler İlker olmadan yürüyordu. İlker’in bunun için
haklı sebepleri vardı, başarılı olması fedakarlık gerektirirdi ve bu
fedakarlığı ailesi yapmalıydı.
Üniversite hedefine çok az kalmıştı ama zaman ilerledikçe İlker de değişmeye başlamıştı. Gergin ve asabi halleri vardı. Yediği yemeği beğenmiyor, her şeyden şikayet edip, evde herkese esip gürlüyordu. Ailesi, onun bu durumunu yoğun çalışma temposuna, ergenliğine ve sınav stresine bağlıyor çok üzerinde durmuyor, sınav dönemi geçene kadar yaptığı çekilmez hallerine sabrediyorlardı.
Nihayet
sınav zamanı gelip çatmış ve İlker, annesinin hayalini kurduğu tıp fakültesini
kazanmıştı. Annesi, İlker’in çocukluğundan beri doktor olmasını hayal ediyordu.
İlker, biraz da bu sebepten tıp fakültesini tercih etmişti. Yeni bir okula başlayacaktı ama bu öncekilerden
farklıydı. Çünkü kazandığı okul, ailesinden uzakta bir şehirdeydi.
Eylül
ayı ile birlikte kayıt dönemi gelmişti ama İlker, yeni bir şehirde yeni bir döneme
başlamak için kendisini hazır hissetmiyordu. İçinde garip bir burukluk vardı. Aileden
uzakta olmak bir yana, yeni okul ve şehirde kendisini neler beklediğini
bilemiyordu. Ailesi, İlker’i devlet yurduna yerleştirmek istemişti. Ama İlker
daha en başında devlet yurdunda kalmayacağına dair ailesiyle anlaşmayı yapmıştı
bile. Ailesi de onu, kısıtlı imkanlarına rağmen özel yurda yerleştirmek
durumunda kalmışlardı.
Sanki hayat, yeni başlıyordu.
İlker;
okul kaydı, kitaplar, eksikler derken ne olduğunu anlayamadan bir ayı
devirmişti. Daha önce okulun gözbebeği iken burada en az kendisi kadar hatta
daha da başarılı öğrenciler olduğunu görmüştü. Eski konforlu hayatını özlüyordu. Burada
servis imkanı da yoktu. Özel yurtta kalmış olsa da istediği gibi yemek bulamıyordu.
Şikayet ettiği annesinin yemeklerini bile özlemişti. “O yemeklerin kıymetini
bilememişim.” diye düşünüyordu. Bir de burada odasını başkasıyla paylaşmak
zorundaydı. Burada belli kurallar vardı, evindeyken kendi kuralları vardı, bu
nedenle başkasının kural koymasına alışık değildi. Bu durumdan rahatsız olduğu
için de okulda iyi anlaştığı arkadaşlarıyla eve çıkmaya karar vermişti. Bunun
için, yurt ortamının ders çalışmaya uygun olmadığı konusunda ailesini ikna
etmesi zor olmamıştı. Ailenin maddi anlamda yükü daha da artmıştı. Ailesi,
İlker’in hayatını kolaylaştırmak için her şeyi yapıyordu ama ne
yaparlarsa yapsınlar, İlker yeni hayatına adapte olmakta zorlanıyor, sürekli şikayet
ediyordu.
-
Okulundan...
- Hocalarından...
- Derslerin yoğunluğundan...
- Evindeki arkadaşlarından...
Hayat, neden bu kadar zordu?
Sorumluluklar
İlker’e ağır geliyordu. Bir şeyler yapmaya çabalıyordu ama gücü yetmiyordu. Ailesinden
uzakta tıp fakültesinde okumak mı onu zorluyordu. Öyle olsaydı kendisi gibi diğer
arkadaşlarının da zorlanması gerekirdi, ama onlar böyle değildi.
Bu zamana kadar kendisini başarılı olarak görüyordu. Peki ne olmuştu da işler tersine dönmüştü? Belki de bu meslek kendisine uygun değil diye düşünüyordu. Gerçekten öyle miydi? Kafasında dönüp duran sorular vardı.
- Bu zorluklarla nasıl baş edecekti?
- Güçlenmesi lazımdı ama bunu nasıl yapacaktı?
- İnsanları anlamanın bir yolu olmalıydı ama neydi?
- Hayat herkes için mi bu kadar zordu?
Sınıfında
başarılı olan arkadaşı Hüseyin geldi aklına. Hüseyin, babasını küçük yaşta
kaybetmiş, sonrasında evin geçimi ona kalmıştı. Bu nedenle bir yandan okurken,
bir yandan da çalışmak zorunda kalmıştı. İşten arta kalan zamanlarında ders
çalışıp, evde annesine destek olmaya çalışıyordu. Durumunu bilen arkadaşlarının
verdiği kitaplarla, sınava hazırlanmış ve bu zorlu şartlara rağmen tıp
fakültesini kazanmıştı. Tüm bu zorluklara rağmen İlker kadar zorlanmıyor, O’nun
kadar şikayet etmiyordu.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki;
Şiddetli
rüzgarlara dayanabilmek için meyvenin dala
tutunması gerekir.
Dalın
meyveyi tutmasıyla bir yere kadar gidilebilir. Bir insan alması gereken
sorumlulukları almaz, ödemesi gereken bedeli ödemezse sabrı ve dayanıklılığı
gelişmez. Bu da durmadan şikayet etmesine ve zamanla hedeften vazgeçmesine
sebep olur.
O
nedenle, nasıl ki bir ağacın güçlenmesi için rüzgarlara ihtiyacı varsa; insanın
da güçlenmesi için sorumluluk ve zorluklara ihtiyacı vardır.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
"Kim Kimdir", "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" Programları ile bu amaca katkı sağlar.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde anlatılan tüm bilgiler, gerçek bilgiler olup, tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.
***
"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri,
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi.
Aynadaki kişi!
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!"
Yahya Hamurcu
***
Ne güzel anlatılmış. Kaleminize sağlık
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🌿
YanıtlaSilİnsanı en çok geliştiren şey sorumluluk almaktır… gelişmesine engel olansa bedel almaktır… Doğru yerde doğru bedeller ödemek ümidiyle 🎯🌾
YanıtlaSilİnsanoğlu ne kadar çok şikayet ederse, o kadar çözümden uzaklaşıyor. Ellerinize sağlık çok güzel bir yazı..
YanıtlaSilZamanında almadığımız sorumlulukları şimdi almaya çalışınca canımız biraz acıyacak ama hayatta daha güçlü, daha dayanıklı, daha mutlu olmak bu acıya sabredip devam etmekte gizli. Farkında olmadan birilerinin alması gereken yükü kıyamayıp alırken aslında ona zarar verdiğini bilse insan yapar mıydı bunu yine de...
YanıtlaSilÇok etkileyici, güzel bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık...
YanıtlaSilİnsan alması gereken sorumlulukları almadan rahat bir hayat yaşayabileceğini zannedip yanılıyor. Ne kadar akıcı ve anlaşılır bir yazı olmuş. Ellerinize sağlık...💕
YanıtlaSilHer ailede bir ilker var:) neyse ki deneyimsel tasarım öğretisinden geç olmadan strateji aldık:))
YanıtlaSilİmkanlar, insanın gelişmesine ne büyük bir engel
YanıtlaSilBedel insanı güçlendirir.
YanıtlaSilödediğimiz bedeller bizi hayata hazırlıyor, çok güzel anlatılmış ..
YanıtlaSilİnsan yorulması gereken yerde eninde sonunda yorulacaksa, bunun başında olması daha iyi...
YanıtlaSilMeyve dala tutunur 🍒
YanıtlaSil